Demlenmek...

Allah güzel insanlarla karşılaştırsın.”

En içten dilediğim, en sık tekrarladığım duaların başında gelir. Çünkü ne yaşarsak, her ne yaparsak yapalım, en önemlisi yanımızdaki yöremizdeki insanlar, bence. Yanımızda duran, elimizi tutan, çelme takan, yüzümüzü güldüren, enerjimizi sömüren, şımartan, azaltan, çoğaltan, yoran veya ayağa kaldıran, çoğu zaman bir başkası oluyor…

O yüzden çok mühimdir, karşımıza çıkan insanlar. Hele ki iş hayatında!

Ekmek parası kazanırken, bazen sevdiğimiz bazen de seçtiğimiz şeyleri yaparken, iş arkadaşlarımız hayatı bize zindan da edebilir; ömrümüze güzellikler de katabilir.

Ben bu konuda kendimi hep çok şanslı hissettim! Şükür ki şahane insanlar tanıdım; ufkumu açan, beni zenginleştiren, samimiyetle kucaklayan insanlarla çalıştımJ

Hallstatt...

Bir kısmıyla işe aynı gün başladığım, bir kısmıyla da ilk başladığımız günden sonra yıllarca birlikte çalıştığım bir arkadaş grubumuz var. İlk başladığımız yerde değiliz artık hiçbirimiz. Her birimiz şirket içinde ve dışında farklı yerlere dağıldık. Tuğberk, pilot oldu, dünyayı geziyor ve bizi hep kendine hayran bırakıyorJ Sezin de özel sektörün sunduğu tüm “konfor”u elinin tersiyle itti ve şu an bir sivil toplum kuruluşunda insanlara ve insanlığa yardım ediyor; anlattıklarıyla hepimizin algısını, gerçeğini sarsıyor. Necati , tanıştığımız ilk günkü “cool”luğu ve öğrenme merakıyla sürekli yeni bir şeyler denemeye ve yaratmaya devam ediyor; sonu ne olacak, hep birlikte merak ediyoruzJ Semih, onu tanıdığım günden bugüne kaç bin km yaptı bilmiyorum! Onca seyahatin arasında çalışkanlığından ve disiplininden hiç ödün vermedi, terfi aldı; hepimizi çok mutlu etti. Tek sıkıntımız, Semih’i İstanbul’da yakalayıp görüşmek için epeyce uğraşmamız gerekiyorJ Didem’cim, canımın içi; şimdi Londra’da, akademik dünyanın tozunu attırıyor! Ne zaman lafı geçse, hepimiz gururla söylüyoruz ismini; ve çook özlüyoruzJ

Böyle ufak bir ekiple zamanında çok keyif alarak, acayip eğlenerek ve birbirimizden çok şey öğrenerek çalıştık biz! Sonra profesyonel hayatlarımızda ayrı yerlere dağıldık; ama hiç kopmadık. Birlikte seyahatlere çıktık, ara ara buluştuk, birbirimizin özel günlerinde yan yana olmaya çalıştık.

Yani, şanslıydık!

Yani, şanslıyım! J

Salzburg...


Dedim ya biz bu şansı hep birlikte değerlendiriyoruz; ara ara görüşüyoruz diye… Dün akşam yine birlikte bir masa etrafında toplandık. Arayı açtık, şöyle oldu, böyle oldu muhabbetini biraz geçince, ikinci içkilerde falan hayatlarımıza dair açılmaya başladı sohbet. Neler yapıyoruz, okuduklarımız, yaptıklarımız, seyahatlerimiz falan saçıldı masaya… Sonra demlenmekten söz açıldı.


İstanbul...


Demlenmek derken, yaşadıklarımız üstüne düşünmeyi kastediyorum… İzlediğimiz, okuduğumuz veya yaşadığımız bir şey üstüne hislerimizi, düşüncelerimizi demleyip daha farkında ve daha sindirerek yaşamaktan bahsettik. Sanki bu konuda eksikmişim(z) gibi geliyor bana, bazen… Sürekli bir şeyler arasında koşturuyoruz. Şu filmi izle, şuraya git, bunu yap, onu hazırla, şunu oku, bunları toparla, şunu da yetiştir… Bir telaş yumağı içinde kaybolmuş hissediyorum bazen.

Sanki “tik” atıp geçiyorum bazı şeylere de bir izi kalmıyormuş, gibi geliyor… Bazen okuduğum bir kitaptaki karakteri, bazen bir filmin yönetmenini; kimi zaman ünlü bir mekandaki yemeğin tadını, ya da gittiğim bir şehirdeki sokağı anımsayamadığımı fark ediyorum. Gittim, yaptım, okudum diyorum; ama üstüne iki kelam edemiyorum.

Oysa eskiden, okuduğumuz kitaplar üstüne delice tartışırdık. Bir oyundan çıkınca üstüne yürüyüş yapar; oyun hakkında susar, düşünür ve konuşurduk. Bir mekana mı gittik, anlata anlata bitiremez; ya eleştirir ya da överdik eşe dosta. Filmler, sergiler üstüne yazılar yazar ya da en kötü birbirimize mesaj, mail bir şeyler gönderirdik.

Şimdi, hayat hızlandı sanki. Her şey koştura koştura geçiyor önümüzden. Filmler, oyunlar, kitaplar, hikayeler, anlar…. Üstüne düşünmeden, bir iki kelam edemeden; içimizde ya da dışımıza yeterince dile getiremeden bir sonrakini izlemeye/okumaya/yaşamaya başlıyoruz sanki…

Okuduklarımı, gördüklerimi, yaptıklarımı ya da yaşadıklarımı sindiremediğimi hissediyorum, bu aralar ben de çokça…

Meğerse biraz aynı şeyleri hissediyor, benzer şeyler düşünüyormuşuz. Bunun üstüne konuştuk.
Laf lafı açtı; bir dolu şey paylaşıldı…

Gecenin sonuna doğru, Necati dedi ki “Bak mesela, bu gece üstüne bile düşünmemiz lazım. Ne konuştuk, ne anlattık bir  üstüne düşünmek lazım.

Haklı!

Bugün de hepimize mesaj atmış:

Az öncekini sindirmeden sonrakine geçmeyin!” diye:)

Ben de birkaç dakika gözlerimi kapadım; dün akşamki masayı, arkadaşlığımızı, birbirimize kattıklarımızı düşündüm. Şükrettim.

Ve bu yazıyı yazdım!

Sindirmek, demlemek ve hakkını vermek için….

Dilerim, hayatta her ne yaşarsam yaşayayım anlamak için vaktim, enerjim ve inancım olur. Yaşadığım her şeyin bende bir iz’i, bana dair bir rengi kalsın isterim…

Bir dileğim daha var tabi:

 Allah hepimizi her daim iyi insanlarla karşılaştırsın!

AminJ



Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Osman ve Yeniden Kitap Kulübü

Ev...

Hafta Sonu Yeşil Bir Kaçış: Ortanca Evleri