İdrak...
Bizi çok övdüler, çok pohpohladılar; aslansın, prensessin, mükemmelsin diye diye gazladılar… Bence bütün sorunlarımız bundan!
Vallahi.
Bu aralar bu
“mutsuzluk” konusuna kafayı taktım. Etrafımdaki herkes iş-ilişki-hayat üçlüsünden en az biri, muhtemelen de tamamı söz
konusu olduğunda sürekli mutsuzluğunu dile getiriyor. Sabah kahvaltılarında,
kahve molalarında, iş çıkışlarında bir araya geldiğimizde konu dönüp dolaşıp
nelerden rahatsız olduğumuza, sıkıntılarımıza geliyor. Konuşuyor, susuyor, asık
suratla oturuyoruz.
Geçen gün
bir öğle yemeğinde, sevdiğim bir arkadaşımla yine bu “mutsuzluk” üstüne
laflıyorduk. “Ya etrafımda “mutlu” diye tanımlayabileceğim 3 insan yok galiba.”
Dedim. Sonra düşündüm, dışarıdan epeyce iyi görünen hayatlarımız var. Çevremdeki
insanlar iyi eğitimli, güzel işleri olan, çoğunlukla ortalamanın üstünde para
kazanan insanlar. Genelde İstanbul’da, iyi yerlerde, bol bol seyahatle, dünyayı
ve memleketi keşfederek geçen rahat hayatlarımız var. Ailelerimiz de çok şükür
başımızda, yanımızda ve arkamızda. İyi yetiştirilmiş, güzel çocuklarız biz. Peki neden bu kadar mutsuzuz?
“Babamlar da böyle sabah 9-akşam 6
çalışıyordu, daha az maaşla, bizim şimdi yaptığımız pek çok şeyin ihtiyacını
bile hissetmeden yaşayıp gidiyorlardı. Biz şımarıklık mı ediyoruz yahu?”
dedim.
Arkadaşım
ağzındaki lokmayı bitirdi ve “Doğru.” Dedi. “ Mutlu diyebileceğimiz kim var
çevremizde?”
İkimizin de
aklına aynı anda aynı isim geldi. “Özkan!” dedik ve gülümsedik.
Sonra Özkan’ın
mutluluğu üstüne konuşmaya başladıkJ
Özkan,
üniversiteden arkadaşımız. Zeki, parlak ve acayip iyi bir çocuk. Liseyi yatılı
okumuş, Boğaziçi’ne geldiğinde de yurtta hepimizin en sevdiği insanlardan biri
olmuştu. Okurken hep çalıştı, bir yandan Amerikan futbolu oynadı bir yandan
doğum günü-tatil-kutlama hiçbir fırsatı kaçırmadı ve yanımızda oldu. Hep çok
başarılıydı. İnanılmaz bir çevresi vardır; çok insan tanır, herkes tarafından
epey sevilir. Okul bitti, yine okuldan bir arkadaşımız Ece ile evlendi. Düğünleri,
katıldığım en eğlenceli düğün olabilir! Hala hatırlıyor ve “ne güzel düğündü
be!” diye konuşuyoruz. Aramızda en erken “müdür” olan o oldu galibaJ Şimdi bir de minik kızları var. Her
görüştüğümüzde hep aynı samimiyeti ve enerjiyi hissedebildiğimiz nadir ve
kıymetli insanlardan.
“Özkan’ın
başarıp da bizim kaçırdığımız ne peki?” diye sorduk birbirimize.
Arkadaşım, “Çünkü
Özkan’da babalarımız gibi yetişmişti aslında.” Dedi. “Her şeyi kendi yaparak,
çalışarak, “daha korunaksız” büyümüştü.”
Kafam
açıldı!
Evet, ben
evde odamda kitap okurken Özkan Eski Foça’da- adamın memleketi bile güzel! J- turistlere halı satmaya çalışıyordu. Pek çok
şey için emek veriyordu. Ailesine destek oluyordu. Aldığı her şey ve yaşadığı
her an için uğraşıyordu. Ben liseden mezun olduğumda babam her şeyi ayarlayıp
beni Londra’ya göndermişti. Havaalanına bile şehirdışından getirip bırakmışlar.
Cebime ihtiyacım olandan çok daha fazla para koymuşlardı. Özkan ise Amerika’ya üniversitede
work-and-travel’a gideceği vakit vize, konaklama, otel her şeyi kendisi
planlıyor; masraflar için birikim yapıyordu. Geriye dönüp bakınca onun Amerika
maceralarını hepimizin yıllarca kahkahalarla dinlediğimizi, benim Londra’ya
gittiğimi pek çoğunun bilmediğini fark ettim.
Uğruna çaba göstermediğimiz hiçbir şey tam olarak hikayemizin bir
parçası olamıyor aslında. Yerini bulamamış bir puzzle parçası gibi sallanıyor
ömrümüzde.
Mevzu
salt para-ekonomik güç falan değil; “an”da olmak, çaba göstermek, emek vermek
aslında…
En mühim şey, hayata emek vermek,
yaşadığımız her an ve her deneyim için çaba göstermek; hayatın kıymetini bilmek…
Biz
ailelerimizin “korunaklı” ve “kusursuz” yetiştirdiği çocuklar olarak, elimizi
hayata değdirmeden; çıktığımız seyahatler, gittiğimiz okullar, giydiğimiz
kıyafetler-ayakkabılar için çaba harcamadan, heves etmeden büyüdük. Yaşadığımız
standartlar bir paket halinde sunuldu. Evet, “çok şükür” dü, “Allah
gördüğümüzden geri bırakmasın” dı.
Bugün, hayat anne-babalarımız kadar
bonkör olmadığında afallıyoruz işte!
En iyi iş, en çok maaş, en iyi ilişki diye bir şeyin olmadığını, ben bunu hak ediyorum dediğimiz her
şeyin tak diye önümüze sunulmadığını; her güzel şey için çaba harcamamız
gerektiğini idrak etmekte zorlanıyoruz. Zor-la-nı-yor-um.
Hayat
önümüze bir paket sunmuyor; an’da kalmak için, deneyimlerimizi yaratmak için,
kendi hikayemizi oluşturmak için sürekli emek vermek zorundayız.
Biz
anne-babalarımızın hayata değdirmeden büyüttükleri kıymetli çocukları, şimdi
kendi hikayelerimizin farkına varmayı ve yalnızca “kendimiz” olmayı
öğreniyoruz. Hayat bize el-bebek gül
bebek gibi davranmadığında, karşımıza çıkanlar “kafamızdaki paketler” ile
örtüşmediğinde mutsuz oluyoruz.
Bizi çok
övdüler, çok pohpohladılar; aslansın, prensessin, mükemmelsin diye diye
gazladılar… Bence bütün sorunlarımız bundan!
Vallahi.
Hamiş: O kadar anlattım Özkan’ı, nazar
değmesin; hep mutlu olsun inşallah! J
Hamiş 2: Aklımda daha o kadar çok şey var ki,
toparlayıp bu kadar anlatabildim. Dağınık olduysa affola;)
O zaman Özkan ailecek mutlu olsun :)
YanıtlaSil